Mangel-Wurzel'in dünyasına hoşgeldiniz...Ağzınızda bırakacağım rahatsız edici tat bakalım sizi nereye sürükleyecek?

30 Kasım 2011 Çarşamba

Bazen geriye dönmek daha kolay geliyor.Sevgisizlik ve yalnızlıkla tükettiğim iki yılın sonuna geldim.İşin tuhafı daha çok incindim daha çok eksildim...Oysa niyetim tedavi etmekti kendimi.İki yıl önce en bedbaht halimle neysem daha iyi olmadım misli misli artarak daha kötü bir hale geldim.Yeni hiçbir şey katamadım hayatıma,beni mutlu edecek yeni bir limana sığınamadım.Hala akıntılarda sürükleniyorum,yerim yurdum yok,bitap durumdayım...Bu sebeple son zamanlarda durup düşünüyorum.Hayatına yeni bir form getirmek,yeni bir soluk katmak isteyen bir insan bu uğurda iki senesini heba eder ve hala daha taş üzerine taş koyamaz,bir kalıcı mutluluk inşa edemez,yüzüne bir tatlı tebessüm konduramazsa,bu ,sahip olduğu dehşet yeteneksizliğin mi yoksa doğuştan genlerinde var olan şanssızlığın mı ürünüdür? İşte bu sorunun yanıtsız kalışından,soru cümlesinin sonunda kasılan ve kıs kıs gülen,açlığı susuzluğu  giderilemeyen,bir türlü tatmin edilemeyen aç gözlü canavar soru işaretinin varlığından öyle sıkıldım ki,kendi ellerimle onu parçalamak ve yok etmek istiyorum...Bunun için,ileri gidemiyorsam aynı yerde kalmaktansa geriye gitmeliyim mantığına yaklaşmaya başlıyorum.Ne denli sağlıklı şu an bilemiyorum ama bu konuda da durup düşüneceğim bir zaman dilimi yaratacağım elbet kendime...

12 Kasım 2011 Cumartesi

Hiç bir zaman korkmadım.İçimdeki neyse söylemeye alışkınımdır fakat sadece bu kez ilginç bir şekilde sana karşı söylemek istediklerim kitlendi boğazımda ve dediğim gibi bir aydır da bana her soluğumda acı veren bir taş halini aldı.Bunu atmam gerek önce kendim sonra senin için...Çünkü "kendimle çeliştiğim her gün sana daha çok borçlanıyorum."Bu msjımın sonunda bir şey beklemiyorum,herhangi bir yanıt yada bir tepki,fakat bu hislerimi paylaşmazsam kendime ve sana haksızlık etmiş olacağım ki bunu yapmak hiç adil olmaz bence....



   Nasıl bittik biz? demeliyim önce...Hem de daha başlamadan...başlayamadan...O akşamla alakalı hiç merak ettiğin bir şey yok mu?Seni bilmiyorum,ama benim çok var ve bundan da utanmıyorum.Üzerinden onca zaman geçtikten sonra dahi merak ediyor olabilmek yaşanan kısa bir akşamın ve yazılan onlarca büyük cümlenin yalan olmadığının en güzel kanıtı bence.Çünkü ben yalancı değilim,önce "böyle hisleri her zaman hissetmem,sana karşı da bu denli yoğunum." dedikten sonra bir mesaj ve yanıtsız onca soruyla "hadi bana allahaısmarladık" demem...Ne oldu o akşam?Senin açından ne olduğunu gerçekten bilmiyorum...Muamma...Çünkü sen susmayı seçtin,o senin tercihin tabiki,diyecek sözüm yok fakat ben konuşacağım,yüreğim bunu istiyor...Bu sebeple senin açından nasıl bir doluluk veya boşluk söz konusu kalbinde bilmiyorum,ben yalnız benim açımdan ne olduğunu anlatmaya çalışacağım...
   O akşam ki heyecanımı ve derinliğimi anlatmaya kelimeler yetmezdi emin ol.O bekleyiş,tatlı bir sevinç duygusu gibiydi benim için.Seni görmek,aynı masada sohbet etmek,her şey düşünmesi bile harika şeylerdi...Fakat,sen,çok konuştun...Çok konuştun,ciddi anlamda...Ama bu çok konuşmayı çok konuşmak ve boş konuşmak olarak algılama lütfen...Gayet dolu konuştun fakat ben aralara reklam kuşakları gibi bir iki dakika sıkışabildim.Bu da beni gerdi  ve kitledi açıkçası...Bunu belki benim yeteneksizliğim olarak görüyorsun,olabilir,buna bir savunmam yok,savunma yapmaktan da hiç hazetmem zaten...Fakat sıkıcılık çizgisine varacak kadar sus pus biri olmadığımdan da eminim 30 senedir...Mesela pizza yediğimiz o mekanı beğendiğimi,tarzını. sevdiğimi söylemiştim ya sana,sen de lokantaya benzetmiştin :) Onun akabinde neden orasını o kadar sevdiğimi anlatmayı çok istedim,oradaki aydınlatmalar yüzünden o mekanı o denli beğendiğimi,çünkü ben çok küçükken aynı onlara benzeyen bir avizemiz olduğunu ve annemle onu temizlerken anemin onu melek kanatlarına benzetip bana masallar anlatışını seninle paylaşmayı çok diledim o an, ama düşüncelerim kelimeler arasında boğuldu gitti,engel olamadım...Aslında konuştukların beni zaman zaman güldüren,düşündüren,sonuç olarak kendinden parça şeylerdi.Dinlemek her zaman keyif verici olabilirdi fakat sen konuştukça konunun hiç "bize" gelmemesi ve telefonda konuşup paylaştığımız şeylerin yakınından dahi geçmemesi aklımda tek bir düşünceyi besledi...Benden hoşlanmadığın düşüncesini...Bu düşünce sen konuştukça büyüdü,köklendi,zaman geçtikçe sadece bitsin geçsin şu saatler mantığıyla konuştuğunu düşünmeye başladım bu da beni daha çok kitledi,kitlendikçe umursamaz ve tepkisiz oldum,aklımdakileri söylemeye sıkıştığım reklam kuşaklarının yetmeyeceğini ve konuyu asla "biz" kavramına getirmeyeceğini anlayınca paniğe kapıldım,kendi sessizliğimin,hislerimi ve düşündüklerimi boğmasına izin verdim...Sonuç budur...Oysa tam eski garaja bırakırken sen beni,bir an durup sana,bu akşamdan hiç bir şey anlamadığımı,yarın da buluşmak isteyip istemeyeceğini soracaktım ama dökülmedi bir türlü kelimeler dudaklarımdan...Senin akşamı şimşek hızıyla "sona" erdirmeye çalıştığına öyle inandırmıştım ki kendimi,konuşamadım...Sonra sen beni taksiye bırakırken ön koltuktaki kişinin bana soru sormasıyla ve senin durumdan bu denli tedirgin oluşunla alakalı ikinci bir netlik kazanmamış durum belirdi önümde ki,"biz"den hiç konuşulmamış bir muhabbetin sonunda sanki "biz"miş gibi endişeye kapılmandan kısa süreli bir umut buldum ama zaman ilerledikçe daha çok karmaşıklaştı her şey aklımda...Sonra eve geldim sana mesaj yazdım...Daha çok karıştım,sonra yara bandı msjını yazdım akabinde,msjımın yüzde yüz olumsuz olmadığını,daha çok bir endişe taşıdığını biliyordum,emindim...İki gün ciddi buhranlarla cevap bekledim senden,fakat gelmedi.Bu şekilde sonlandırmayı neden seçtiğini düşündüm aramızdaki diyaloğu...Oysa en acımasızı olsa da,açıkça ifade edilmiş kelimeleri,belirsiz imalara dafalarca tercih edeceğimi söylemiştim sana en başından...Sonuçta senden doğan bu belirsizliğin akabinde tek yanıt buldum ve olumsuz hissetti dedim........Bir ay geçti hemen hemen,senin benden elektrik almadığını düşündüğüm halde bu satırları yazıyorum,çünkü ben yalancı değilim,korkak hiç değilim...ve yürekte filizlenen her hissin canlılığından,gerçekliğinden şüphe duymadığım gibi,onun söküp atılmasından duyduğum derin acının da saklanması taraftarı değilim.Açık yüreklilikle yazıyorum...Bilmeye hakkın var.

Bir cevap beklemeyi çok arzu ederdim ama vereceğin cevaptan endişeliyim,tüm bu olumsuzluklar aslında en başından beri gerçekse eğer,kötü cümleler yazacaksın yada hiç bir şey yazmayacaksın...Yazma şansın olupta yazmamayı seçmen sanırım beni üzer,en azından engellersem seni,bu şansı elinden kendi arzumla almış olurum...Bu da bir avuntu olur benim için...Avunan her zaman yanılır bilsemde...Bir de sana kendinle alakalı bir şey söylemek istiyorum,nacizane bir yorum,kabul edersen...Çok gururlusun,anlıyorum,ama gerektiğinde başını öne eğmekten asla çekinme,çünkü sana baş eğdiren kişi belki yalnızca saçlarını okşamak istiyordur...






22 Ekim 2011 Cumartesi

Gerçekler...





En iyi yalancıların,usta birer yalancı olduklarına inanmaları için mumlarının yatsıya kadar yanmasını beklemekten ziyade,o muma birinin üflemesini tercih etmeleri ne yaşanılası bir tecrübeymiş meğer...

20 Ekim 2011 Perşembe

VÜCUT - RUH ORTAK YAPIMI

Geçen hafta tansiyonum 10 a 15 ti...Bu benim yaşım için rekor sayılabilecek bir rakam.Yediklerime içtiklerime baktım tabiki önce,neyi yanlış yapıyordum yada ne değişmişti beslenme sistemimde.Aradım taradım tüm dış etmenleri,insanların yüzlerine baktım vakti zamanında beni sinir etmiş olan var mı diye,içimde kalmış birikmiş can acıtan bir söz aradım,nafile...Dimağım en azından son yaşadıklarım adına süt gibi beyaz su gibi berraktı.Yoktu kanıma dokunan canımı sıkan bir durum,bir olay yahut bir insan...Aslında arama bölgem sadece olumsuzluklarla ilgiliydi,yani yanlış beslenme,çevreden gelen olumsuz reaksiyonlar gibi...Sonra düşündüm,durduk yere sürekli bir kalp çarpıntısı ve delicesine yüksek bir tansiyon olamazdı...Bu kez hayatımdaki diğer değişiklere yöneldim...

Evet...Farkında olmadan yada farkında olup görmemezlikten gelerek bir şeyler peşindeydim hayatla alakalı,tam da tansiyonumun tavan yapıp,kalp atışlarımın yüksek desibellere ulaştığı anlarda...Peşindeyim diyorum evet ,bu bendeki tam anlamıyla bir peşinde olma hali çünkü.Hayatı akışına bırakmak,bazı tatlı tesadüflerle sizi ödüllendirmesini beklemek yerine,üzerine yürüyüp kafa tutma şekli...Bu ilginç yaklaşımım ki beni başarıya götürmediği halde ısrarla sürdürdüğüm davranış şeklim yüksek heyecen ve beklenti nöbetleriyle resmen vücudumu sarsmakta,tuhaf bir şekilde etkisi altına almaktaydı...Vücudumuzun sistematik yapısıyla alakalı ne derler bilirsiniz,kalbimiz ve beynimiz elektrik üretir.Bu elektrik sanıldığının aksine kalbimizden daha güçlü yayılır,duygularla,yaşananlarla doğan bu frekanslar dış ortama yayılarak pek çok varoluşun şeklini belirler...Dünyayı yöneten hislerdir neticede,biliyorum.Bunu minumum da örneklendirirsek aynı şiddetle bizim vücut reaksiyonlarımızı yöneten de hislerimiz,iç sesimiz...Böyle olduğunu daha önce teoride bilmeme rağmen bu kadar net pratiğe dökmemiştim.

SANIYORUM SANMAKTAN VAZGEÇMELİYİM

Hayatın üzerine gidiş olarak gördüğüm davranış biçimim,kesinlikle çok içsel ve doğal gelişim gösteren,en ufak meseleleri büyütüp umutlanarak kendi kendimi kandırma durumuydu.Yine bu durum beni etkisi altına almış gibiydi.Biriyle tanışmıştım tam da o sıralar...Fakat 1 e 10 katan bir kalp ve sürekli tiyatral versiyonuyla beynimde sergilenen oyun sayesinde durum çoktan tanışmayı aşmıtı.Aşktan dehşet korkuyordum,onun benden aç gözlülükle beklediklerine cevap veremeyeceğime de emindim,ama gün gibi aşikardı ki kırık kalplerin beni cezbedişi kadar büyük bir gerçek yoktu.Her ne hikmetse bir kırık kalp,bir dertli surat gördüm mü dayanamam,şifa olmak ilaç olmak isterim,çabalarım,didinirim taki kendimi hasta edene ve o hastalıktan kolum kanadım kalkmayana kadar...Sonuçta iyiliğine seferber olduğum hasta yürek elbet kalkar yatağından bir iki çırpar kanadını,baktı uçmaya gücü var,beni görmez gözü uçar gider.Aşk hep özgür olmak,bulup bulup yeniden kaybetmek ister çünkü.Bu yüzden "aşk geçici,çabuk biter" derler,oysa o asla bitmez,özgürlüğüne koşar yalnızca...Bu onun istemsiz yaptığı bir durumdur,kalbinin sesiyle yaşamayı adet edinen insanları daha çabuk kandırır,bu tip insanlar ateşi canlı tutmak için hep farklı rüzgarlar peşinde koşmak isterler,hep merak ederler...

Sonuçta bir kırık kalp karşımda,bense görev aşkıyla yanan bir hekim misali kalmıştık karşı karşıya,bazı şeyler aklımızın büyüttüğü kadar mıydı,yada telefon konuşmalarımız,tatlı şakalaşmalarımız,amaçsız "özledim" lerimiz gibi toz pembe miydi görmeliydik,buluştuk...Genellemelerden hiç hoşlanmam ama ilginçtir ki hep böyle durumlar çıkar karşıma,evet ilginçtir,kadının gerçeklere bağlı yapısıyla erkeğin düşlere duyduğu aşk nasılda çelişirmiş meğer...Bir masanın başında o düşünü arar gibi bakıyordu gözlerime bense gerçeğe çoktan hazırlanmış bir metanetle cevap veriyordum aynı bakışlara...Trajik bir durum...Ama ben hazırdım zaten,hiç bir zaman göründüğü gibi olmaz,erkeğin büyüttüğü gibi değildir hiç bir şey,ama illaki kadının gerçeklerine daha yakındır...İki insandan çok,iki hayal kırıklığı gibi oturursun masada...Bir taraf çok konuşur,bir taraf susar,asla denge bulunmaz..Sonuçta olan tansiyona olmuştur,bedene ve ruha olmuştur,umuda olmuştur,sanmaktan vazgeçmeyen kalbe vurulmuştur büyük darbe,yeter dersin o an kalbine yeter, vazgeç artık sanmaktan...

Sanırım bu şarkı uygundur...

17 Ekim 2011 Pazartesi

Benim meselalarım...

Mesela diyorum;sokaklardan bütün erkekleri kovsam!
Bu gecelik evlerinde otursalar.
Korkmadan dolaşsam bütün şehri,
Kimse dokunmasa bana,
Bir sandalda sabahlasam.
Alabildiğince kadın,alabildiğince özgür olsam.
Küfür etsem ağız dolusu,./ utanmasam,
Şehre isyanımı haykırsam.
Kim bilir kaç kere satılmıştır,/ bu dünyanın anası!
Mesela diyorum;/ bu gecede ben babasını satsam!
Mesela Yani Mesela diyorum....

29 Eylül 2011 Perşembe

...






"Sokakta oynarken annesi tarafından eve çağırılan çocuk gibiyim.Biliyorum bir şey yok üzerimde,zırhım yok...Biliyorum kalırsam üşütüp hasta olacağım,kan kusacağım gecelerce.Ama ya gidersem?Ya gidersem ne olacak?Topumla kim oynayacak,kim gülüşecek benim yerime,kim çiçekler açacak?Lütfen anne çağırma şimdi beni,varsın hastalık yapışsın yakama.Sen bakmaz mısın ki yine bana?"

25 Ağustos 2011 Perşembe

Sana yazdıklarım....

  


Tam dokuz gün oldu sen benden gideli...Ama dokuz yıl olmuş gibi.Çığlık çığlığa içimde hapsettiğim bir sessin artık kulaklarımı sağır ediyorsun acımadan.Ne gündüzüm gündüz gibi,ne gecem gece gibi.Herbiri birbirinin içinde hapsolmuş sanki...içimde derin bir acı ve zayıf bir ruhun kıvranarak savaştığı gerçekler......ve bu şairane satırlar yine yeni yeniden...ne gerek var değil mi artık bu sözüm ona özenle yazılmış satırlara, okuyor musun ki?neler yazdığımı görüyor musun ki?yoksa öyle bir mutluluk mu ki içinde bulunduğun eskiden liman diye sığındığın yer şimdi ben dışında tüm canlılığıyla en önemli iletişim aracıyken hala,uğramadığın bir yer mi oldu?en önemlisi yazılanları eğer ki okuyorsan birşey hissediyor musun ki o her zaman kocaman dediğim kalbinde?merak ediyorum.....
Evet merak ediyorum ve inanılmaz sancılı bir sürece girdi artık bu merak...merak etmek cümlesinin anlamından apayrı bir yere geldi yerleşti benim için.savaştığım başa çıkmaya uğraştığım yegane şey oldu,bir karanlık gölge oldu.savaşmak çok zor,başa çıkmak...kabullenmek daha da zor.bu merakı besleyen en büyük düşmanımsa umut biliyor musun?o dillere destan ,her kedere,sıkıntıya reçete olarak verilen umut şimdi merakımın bende uyguladığı akılalmaz işkencelere ortaklık ediyor....bense sadece yürüyorum.yürümekten alıyorum hıncımı ve öfkemi?nasıl olur sorusunun cevabını aradığım karanlık sokaklarım var benim artık,belki seni aradığım...evet yürüyorum ben,evden çıkıyorum akşamları bu memleket dediğim hapishanenin en pis, en berbat,en sessiz,en ıssız sokaklarında geziyorum.evdekilerle fırtınalı nice günlere sebep olmakta bu gezmelerim.ama yılmıyorum usanmıyorum bir bela arıyorum...evet bela arıyorum artık ben.başıma kötü birşey gelsin arzusundayım.ama yaradan da beni böyle lanetlemiş herhalde ne istersen olmayacak ve tüm istemediklerin önüne sunulacak...bazen şeri istiyor insan,belasını istiyor,benim gibi lanetlilere kimisi allahın sevdiği kulu diyor,ben demiyorum artık kendime hiçbirşey...ne cennetteyim çünkü ne de cehennemde,araf misali bir yerdeyim işte... Türlü duygularımın esiriyim,azap dolu heryerim...
Bilmem ne arıyorum?ama biliyorum seni arıyorum.Issız bir karanlıkta karşına çıkacak belki elini tutacak diyor kalbim ,en ıssızını arıyorum sokakların.sonra şu mavi araba belki onundur,belki huzurlu uykulara dalmıştır diye bir ses duyuyorum daha önce hiç duymadığım birinden,gidiyor ve bakıyorum tanımadığım birinin arabasının camından sen olduğun umuduyla.sonra bir belaya karış diyor sonra yüreğim,şu lekesiz hayatını katlet ,en ağır silahlarla delik deşik et diye atmaya başlıyor,daha da karanlıklara karışıyorum.O karanlıklarda bir bela ümidiyle yürümeye devam ediyorum sonra fısıldıyor kalbim öyle bir bela bul ki eşi benzeri olmasın belki wolverine gelir kurtarır seni....işte tam bu düşünce deli gibi akan yaşlara sebep oluyor kimsenin görmediği ve silmediği...köhne mahallelerin taş sokaklarında oynayan cocuklar görüyorum bazen,senin görmediğim çocukluğuna benzetiyorum hiç şüphe duymadan............sonra bir umut ele geçiriyor beni hırpalıyor belkileri sokuyor aklıma ,bir imkansızlık vuruyor kıyılarıma asla diyorum asla dönmeyecek...işte türlü duyguların arasında ben bir şamar oğlanı,yediğim dayaklarla sersem gibi eve dönüş yolunu buluyorum kimi zaman adımlarımla,kimi zaman bir taksiye atlıyorum....
ama tüm bu anlattıklarımda ben bir hiçim inan tek gerçek sensin ve senin kanıma karıştığın an...benim acılarım ,benim kederlerim,benim gözyaşlarım değil anlattığım,hepsini hakettim biliyorum.hakkettiğimin en ağırını yaşamak ve kendime yaşatmak için elimden geleni yapıyorum inan,yapmaya da devam edeceğim seni kaybetmek cezasına çarptırılmak için neler yapmadığıma bakıp bakıp...tek gerçeğim,bir haberine bakıyorum,bir tepkine seni beklemenin ,merak etmeninde ötesindeyim artık bir haberini bekliyorum.ne olursan ol tek bir belirti olsun senden,tek bir ses tek bir fısıltı.iyiyim mutluyum,huzurluyum de kahkalarını hissedeyim buradan.daha çok acıtarak canımı,kendime daha çok acıyayım istiyorum seni mutlu eden olamadığım için...istiyorum ki en büyük kamburum olsun senin mutluğun omuzlarımda mutlu olduğuna deli gibi sevineyim ama mutlu edemediğim için bir aciz gibi sürüneyim istiyorum....acı istiyorum acı...yetersiz çabalarımla dağıtamadığım senin acılarını da istiyorum artık,herşeyi sırtlanıp yokolmak istiyorum...

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Arzular hakkında...

".........Arzum eskisinden daha az değildi,yanlış anlama ama artık kendimi o arzuyla özdeşleştiremiyorum.Belki bu arzular bu yüzden insanlara felaket getiriyor.Arzularımızla özdeşleşince,onları fazla ciddiye alınca,yalnız hayal kırıklığına karşı duyarlılığımızı artırmakla kalmıyoruz ,ayrıca o arzuların serbestçe ve kolayca yerine gelmesini zorlaştıracak bir atmosfer yaratıyoruz...."

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Sana yazdıklarım...

Her şairane satır acıdan beslenir demiştim bir gün birine ama gördüm ki saplanıp kalmak acı olmayan acılara daha doğrusu inatla acı addedilenlere sadece derin girdaplara sürüklüyor insanı daha öteye vardırmıyor ve sonra bakıyorsun hep aynı cümleleri kurmaya, hep aynı satırları yazmaya ,hep aynı yıkılması mümkün duvarlara bakmaya başlamışsın...Kendi girdabın ruhundakileri iyi ve kötüyle,arzu ve dirayetsizlikle bir potada eritmiş homojen bir karışım haline getirmiş...İşte buna izin vermemeli insan...Homojen olmak,başarı için hep bir risk oluşturur çünkü,büyük patlamalar  her zaman zıt olanların tepkimesinden meydana gelmez mi zaten?...Bir yetenek ve bir arzu varsa hayata dair bedende, bakire kalmamalı inatla,ruhtaki özlerden en güzel döllenmeyi meydana getirip doğurmalı ağzı açlıktan kokan anasına muhtaç çocuğu...